Vakti zamanında sanılırdı ki 'İdmanın dozajı arttıkça faydası da artar!'
Öyle ki kusturan teknik adamlar, yönetimden ve taraftardan 'Helal olsun, analarından emdikleri sütü burunlarından getiriyor' diye takdir görürdü…
Öyle ki kusturan teknik adamlar, yönetimden ve taraftardan 'Helal olsun, analarından emdikleri sütü burunlarından getiriyor' diye takdir görürdü…
En can alıcı yanlışların başında “Yavaşlarla hızlıların aynı gruba konulması” gelirdi. Eski tüfekler hızlının yanında koşan yavaşın eninde sonunda ciğerlerinin açılacağından, kondisyonunun tavana vuracağından dem vururdu…
Sakın gülmeyin; onlara göre Usain Bolt’un yanında sürekli koşarsanız 100 metreyi 9.58’de olmasada 10 saniyede, Kipchoge’nin ısrarla yanında koşarsanız maratonu 2 saat 1 dk 9 sn değilsede 2 saat 10 dk’da bitirecek seviyeye gelirdiniz! Bunu şimdilerde söyleseniz millet kafayı yediğinizi düşünür, psikiyatriste yönlendirir sizi…
Üzülerek ifade ederiz ki dönemin ağır ve bilinçsiz antrenmanlarına maruz kalan, dağda aralıksız 1 saat 45 dk koşturulan, su içirtilmeyen, idman sonu 20-30 depar attırılan, orantısız kuvvet çalışması uygulatılan, ne idiği belirsiz ilaçlarla deney tahtasına döndürülen pek çok meslektaşımız dünyayı erken yaşta terki diyar eyledi…
Yurt dışında kamp modası başlamadan önce sezon başı hazırlıkları Uludağ-Abant-Ödemiş Gölcük gibi havası temiz, rakımı yüksek yerlerde yapılırdı. Sabah akşam topa hasret, inişli çıkışlı yollarda beygir gibi koşar dururduk. Ve öğle yemeğine oturuncaya değin su içmemize izin verilmezdi…
Ve sanki bu işi yemiş yutmuşcasına bilgiç bilgiç tavsiye verirdi bazı hoca kılıklılar; “Bolca tuz alın yoksa kramp girer, merak etmeyin terle ihtiyaç fazlası atılır!” Karpuzu tuzlayarak yiyin diyene dahi rastladık diyelim, anlayın vaziyetin vehametini…
Mutlaka duymuşsunuzdur; Avrupa’da yemeğin tadına bakmadan tuz atan tek sivri akıllıların biz olduğunu!!
Tekme yiyince sıcak yapın diyene mi, kol üstüne düşünce çıkıkçıya götürüp bonfile sardırana mı, diz davul gibi şişken “Üzerine git, koş, çabuk iyileşirsin” diye ahkam kesene mi, her sakatlığa aynı tedaviyi uygulayan lâkin zatını Lokman Hekim belleyene mi derken nelere şahitlik ettik, bilseniz şaşarsınız…
Hülasa erken ölümlerde rezil idmanların, içeriği belirsiz ilaçların, faal futbol sonrası düzensiz yaşamın ciddi katkısı inkâr edilemez!
Tabii sezon başı sağlık kontrollerinde 3-4 saat harcamamak adına adam gibi muayeneden kaçıp şöhretini kullanarak doktorlara imza attıran, sağlam raporu alanlar da masum değil hazin sonda…
Hocalar halisane gayretlerine karşın doğru dürüst bir şey bilmiyordu, eğitimleri yetersizdi, başarıya uzanan tek yol ağır idman sanıyordu! Malumunuz üzere “Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşeli”…
Dönemimizde soyunma odasında müsabaka öncesi yarım ekmek içine köfte yiyene rast gelmediysek de maç yemeğinde haşlama et verildiğine, devre arası şekerli limon kemirildiğine, dalak şişer ve koşulamaz diye sudan uzak durulduğuna, taktik konuşmalarının savaşa gidiliyormuşcasına hamaset koktuğuna tanıklık ettik durduk!
Ve sıkı durum; tüm bunlara, bozuk zeminlere, iptidai şartlara, yetersiz malzemeye, gülle gibi toplara, az paraya rağmen yine de şimdiyi değil eski zamanları tercih ederiz...
Neden sorusuna mantıklı cevabımız yok; “Gönül kimi severse güzel odur, müthiş keyifliydi o yıllar” diyebiliriz yalnızca…
Facebook Yorumları